14 Temmuz 2012 Cumartesi
Tüketim Pornosu, Açlık, Doyum
Güzel cumartesiler;
Dışarısı yanarken mecburen klimanın karşısında fanustaki balık gibi hayatıma devam ettiğim bu serin dakikalarda aklımda dolaşıp duran bir mevzu var.
Malum, kadın olmaktan üst düzey zevk aldığımız "alışveriş/harcama/çar çur etme" anlarında "doyum" denen duygunun yakınından bile geçmiyoruz. O anı geçiyorum, sonrasında da o doyum gelmiyor. Ertesi gün yine aynı ihtiyaç, aynı delirmiş gözü dönmüş haller...
Bunun belirli iki üç sebebi var tabi. Temel neden, ve en klişe etken aynı zamanda, kapitalizm. Sürekli almalısınız, sürekli tüketmelisiniz, sürekli o canavarı beslemelisiniz ve o sizi yedikçe daha çok kurban vermelisiniz. Siyasi görüşlerden tamamen bağımsız olarak; bu kabul edilmesi gereken bir gerçek. Yaşamak için bir şeyler almak zorundasınız ve o bir şeylerin temel ihtiyaçlarınızın ötesine geçmesi için yapılmayan hiç bir şey yok. Bunun genel geçer adı "tüketim pornosu" ve insanların pornonun her türlüsüne karşı ne kadar aciz olduğunu yaşayan ve yaşamayan tüm var olmuşluklar biliyor. Yemek istediğiniz bir şeyin bile pornosu yapılıyorsa bir yerden sonra teslim olmaktan başka çareniz olmuyor, pidenin içinde yavaşça eriyen tereyağı görüntüsünün de katıksız bir porno olduğunun bilincine varabilirseniz kurtulabilme ihtimaliniz var.
Ve tabi ki hedef kitlesi, her zaman buna eğilimiyle odakta olan kadın tüketiciler ve daha spesifik bir alan olarak kozmetik. Belirli bir süre maruz kaldığınız reklamlar ve inandırıldığınız "Alırsan bu kadın gibi olacaksın, tırnağına o ojeyi sürmene bakar, hadi..." mottosuyla bir ojeye 200 lira verebilecek bir psikolojiniz oluyor, nurlar gibi, hayırlısı olsun.
Burada, umut verici bir durumdan bahsederek, olayın kaçınılmaz olmadığını anlatmak istiyorum esasen. Geçen haftasonu, kafaya koymuştum, Chanel/Dior kalibresinde para harcayacaktım, cidden para harcamayı özel olarak planlamıştım. İhtiyaç kısmı tarışılır, tamamen duygusal. Tek gerçekten ihtiyacım olan partikülsüz peelingdi, ki hala arayıştayım, onu da bulamadım zaten. Neyse, Chanel'deki tüm farları denedim, Shiseido'da çok istediğim şeyleri didikledim, Dior'da bir allık vardı çok istediğim, ona baktım ve sonuç: Almak "istemedim". Para harcamaya hazırsın ve almak istemiyorsun. Bu tarz olaylar son zamanlarda başıma çok sık geliyor ve anlıyorum ki bu doyum olayı ulaşılmaz değil. Bir süre sonra gerçekten insan doyuyor. Velakin, doymak için yemek lazım.
Söyleyeceğim şu ki, bu her alanda böyle olacak. Belirli bir şeye karşı sürekli tekrar eden bir arzunuz varsa, onu doyurmak için belirli şeyleri gözden çıkarıp kalan hayatınızda ona muhtaç olmamaya devam edebilirsiniz. Eğer içinizdeki doymamış hisleri bastırırsanız, ömrünüz boyunca kurtulamazsınız. Bilinçaltınızı asla kandıramazsınız, o sizinle oynar, oynar, oynar, bırakır, atar, süründürür ama siz ona hükmedemezsiniz, o size hükmeder. Gereken tavizleri verip belirli doyumlara ulaşın ve daha sonra çok farklı isteklerinize yönelin. Çünkü açlık, zaaftır.
İyi haftasonları... xx
Harika bir yazi olmus, ellerine saglik. Dedigin her seye katiliyorum. Reklam ajanslari bizi nasil elde edebileceklerini cok iyi biliyor. Hatta gecen gün bir kozmetik magazasinda Chanel standinda ki ürünlere bakarken yanindaki Dior standinda iki 40-50 yas arasi kadinlar vardi. Ikisi de bir sürü ruj alip elinin sirtinda deniyordu, ya da göz kalemlerin renklerine bakiyordu. Ben de omuzlarimi silkerek kendi isime devam ettim. Bir süre sonra kadinlardan biri eline sürdügü bir ruju gösterdi arkadasina ve dedi ki: "Bu rujun rengi cok hos, acaba alsam mi? Ama cok pahali, hem lazim mi ki? Evde bir sürü rujum var, ama yine de istiyorum bunu..."
YanıtlaSilArdindan arkadasinin dedigi sey beni sok etti: "Al yahu, bir kadinin hicbir zaman fazla ruju olamaz. Ayrica Loreal ne demis? Sen buna degersin!"
Hem gülümsemek, hem de kaslarimi catmak istedim o an, cünkü Loreal'in o dünyaca ünlü slogani nasil bilincaltimiza yerlesmis, tamamen dogal görüyoruz bu tür seyleri. Sonucta kocaman ruj koleksiyonumuza yine 30$lik bir ruj eklenmesi 'tamamen dogal'. Iste bu reklamcilar öyle bir yikiyor ki beynimizi, bu tür seylerin normal oldugunu düsünüyoruz. Halbuki senin de dedigin gibi, bu acligimizin, bu acgözlülügümüzün farkinda olsak, hicte buralara kadar gelmesine izin vermeyecegiz. Bu yüzden sen de tebriki hak ediyorsun, cünkü kendine hakim olabilmissin, daha dogrusu objektif bakip, gercekten ihtiyacin olmadigini anlamissin. :-)
:)
SilTeşekkürler
Şimdi aslında şöyle bir durum var. Mevzunun bu yönde kullanılmasının çok da karşıtı değilim çünkü her birinin altındaki uzun süreçler alan araştırmalar, psikolojik karşılaştırmalar vs. çok büyük bir yaratıcılık ve zeka ürünü. Reklamcılar, danışmanları, dünyayı yöneten büyük destekçi abilerimiz vs iyi iş yapıyorlar. Bunda serzenişte olacak bir durum yok zaten.
Benim tek derdim, kadınların kendi beyinleri üzerindeki kontrol konusunda daha güçlü olabilmeleri. Bu ürünlerin bana böyle sunulmasını ve ağzımın suyunun akmasını da seviyorum. Buna da ihtiyaç var. Ve bu ihtiyacı doyurduktan sonra ona daha az bağımlı hissedeceğim anlara yaklaştığım için, kendi üzerimde kontrolümü sağlayabilmiş olacağım.
Yani belirli şeylerde vazgeçmemek için açlığını doyurmayan insanlar sonsuza kadar buna mahkum kalacak. Maksat onları doymaya itmek. :)
Lüks markaları bu yüzden sevmiyorum işte. Sadece insanların doyumsuzluğuna, tüketim ve lüks "ihtiyaçları"na hitap ediyorlar. Bilinçaltıyla ego birleşince de klasik bir gömleğe binlerce lira veriyor insanlar. Sırf lüks olduğu ve kendilerinin buna değer olduğunu düşündükleri için. Ve üzgünüm ama bana göre verdiğimiz parayı hiçbir zaman haketmeyecekler. İstediği kadar kaliteli olsun, Chanel ojenin bir Flormar'dan pek farkı yok aslında. Giyside de tasarımı bıraktım sadece ve sadece logoya veriyorsun o parayı.
YanıtlaSilBence kadınlar -erkeklerde de var bu aslında- silkinip kendine gelse ne güzel olurdu aslında. Ama herkes parasını istediği gibi harcar, o ayrı mesele.
Evet aynen, logoya para veriyorsun ve kendini iyi hissediyorsan istediğin kadar öyle yaşayabilirsin. Tek sorun buna senin dediğin gibi kendini zorunlu hissetmek ya da hissetmemek.
SilZenginlik ve lüks öyle tek şeyle olacak iş değil. İnsanların anlamadığı bu. Belirli bir hayat standardın vardır her şeyin Chanel'dir öyle yaşıyorsundur bitmiştir. Ama 10 ay boyunca para biriktirip bir Chanel çanta alıyorsan ve kalanını yine çok normal düzeyde giyiniyorsan o hiç bir anlama gelmiyor. Lüks, sürerliliği oldukça vardır.
Ulaşılamayacak olmalarından mütevellit gelen o doyumsuzluğu bastırsın işte insanlar, ne kadar güçlü olduklarını o zaman çok daha iyi anlayacaklar.
Merhabalar
YanıtlaSilBen de çok meraklıyım kozmetiğe ama asla asla ihtiyacım olmayan ve kullanmayacağım şeyler almıyorum, bu kuralımı sadece parfümde birazcık esnetiyorum, bir insan 20 şişe parfümü nasıl bitirebilir? Maalesef kendime bu parfüm hususunda engel olamıyorum, bir de çevreden hediye olarak parfüm gelince genelde, parfüm koleksiyonum yavaşça genişleyiveriyor,benim de bu konuyla alakalı çözümüm basit,parfümleri eşime dostuma arasıra misafirliğe veriyorum, bir kaç zaman sonra da geri alıyorum,böylece hem geçen sürede özlemiş oluyorum,hem deçevreden destekle bitirebiliyorum.
Her zaman kendime şu bahaneyi sunuyorum: içkim sigaram yok,bari az biraz kozmetiğim olsun,görüşmek üzere,Başak.
İçkim sigaram yok ahah:))Kesinlikle yerine koyma methodu çok başarılı, bir şeye harcamadığında istediğin büyük şeyi alabilirsin, her zaman, şaşmaz.
Silinan uzunca bir süredir aynı şeyi ben de düşünüyorum. Her kadının bir şeye takıntısı var. Kimi ayakkabı, kimi giysi, kimi pargüm, benimki de kozmetik. Bir çanta dolusu allığım var. Ama inan içinden çoğunu daha birkez bile sürmedim. Üstelik namaz kılan bir insanım. Çoğu zaman makyaj bile yapmıyorum. İşyerinde zorunlu olduğu için yapıyorum ama bu beni o kadar kasıyor ki yapmak istemiyorum. Ama şu var, bende 'aaa herkes Mac beğeniyor, gideyim alayım.' veya 'chanel kalitesi, bütün allıklarını toplamam lazım.' mantığı yok. Eskiden her bulduğumu alıyordum. Şimdi daha çok seçiyorum. Ucuz markanın beğendiğim ürününü de alıyorum, pahalı markanın sadece pahalı diye bir ürünü almaya da biliyorum. Her zaman söylemişimdir, dünya ekonomisi kadın üzerine döner. Çünkü hiçbir reklamcı istisna hariç bir erkeğe yeşil ayakkabı satamaz. Ama bir kadına yeşil ruju bile satar.
YanıtlaSilAhahah yeşil ruj, bu da iyiymiş:)) Ya insan "kendi" tercihini yapabildikten sonra ben ne isterse onu almasından yanayım zaten, sadece dediğin gibi zorunlu hissetme ya da aynı şekilde pahalı diye almama ve içinde kalma durumu olmasın. çok pahalıysa ve istiyorsan sık dişini al rahatla ve bitir mevzuyu, sürünüp sürünüp içinde büyütüp bastırmanın da bir manası yok değil mi?
SilYazını ve kalemini çok beğendim :) Bu tarz yazıları daha sık görmek isterim. İnsanlar biraz kırılmadan güçlenmedikleri, biraz düşmeden ayakta kalmayı öğrenmedikleri gibi doymak için biraz yemek zorunda... İçinde bulunduğumuz dünya o kadar sekülerleşti ki hepimiz bu tüketim ağının bir yerinde duruyoruz. Ben kozmetik alırım, diğeri bir araba, bir saat... Neticede hepimiz yalnız doğduk yalnız öleceğiz. Otokontrolü de kendimiz sağlamalıyız. Bastırılmış bir dürtünün vereceği zarar tahmin edilemez. Kadınlar güzellikleri severler, bu tarih boyunca hep böyleydi.
YanıtlaSilKısa bir süre reklamcılık yaptım ve gerçekten o kadar tuhaf bir işti ki. Dayanamadım ayrıldım, insan kendine olan inancını bile kaybediyor. Kendimi ruhen kirli hissettim biraz düşündüm ve bu hayattaki amacımın insanları tüketime teşvik etmek olmadığını düşünüyorsun. Bize her şeyi satıyorlar, her şey her zaman hazır durumda, elmanı bile soyan bir makine var. İnsanın kabiliyetleri yontuluyor. Giderek daha az düşünmeye başlıyorsun. Dünyada silah ve ilaçtan sonra en çok kozmetik satıyor. Büyük kozmetik şirketleri dünyadaki GDO kartelinde pay sahibi, ilaç şirketleriyle de ortak. Korkutucu bir tablo...
Ben çoğu zaman sıkıntılı zamanlarımı atlatmak için kozmetiğe başvuruyorum. Renklerle oynamak biraz insanın içindeki acıyı uyuşturuyor.
Benzeri bir şeyi ben de geçen hafta yaşadım.
YanıtlaSilAlışverişe çıkacaktım ve önce 350 lira bütçe belirledim o gün için. Tam günün sabahında bir arkadaşım benden elli lira borç isteyince verdim. Tamam dedim kalan 300'ün tamamını harcarım.Zaten bir chanel allık bir far paleti al üstüne de günün yemeği parası ancak kalıyor.
Çıktım ve bakıyorum, yılda 1-2 kez yaptığım şeyi yapıp seçeneklerimi arttırmak için İstinye Park'a gitmişim, ve ne Boyner ne de Sevil'de (Sephora ve MAC'i katmadım bile) gerçekten alacak şey bulamadım. Yani hiçbir şeye "Allahım bu kesinlikle benim olmalı!" gözüyle bakamadım. Sadece uzun zamandır istiyorum diye 3 şey aldım.
Evet parayı yine harcadım yani ama aslında o gün hiçbir şey almamam da gayet mümkündü. Yani tabiri caizse insanın "dibini düşüren" bir şey bulmaması dışında alışveriş tamamen ihtiyaç olayıdır.
Saygılar.
Aynı şekilde ben de uzun zamandır çok delirdiğim bir şey bulamıyorum, param olsa bile. Alacak şey yok resmen, her şey kendini tekrarlamaya ve birbirine benzemeye başlıyor. Çok iyi anlıyorum ve kesinlikle katılıyorum, sevgiler.
Sil